Sessizlik İçinden Gelen Uğultu
Bunca yıl sönmemiş umudum, Nisan değilse Mayıs, Perşembe değilse Pazar demiş bir şair... Bir Nisan gecesinde Mayıs bekçiliği yapıyorum belki de. Gecenin bu vakti, balkonda oturmuş, kapalı havada yıldızları görmeye çalışıyorum. Bulutlar izin vermese de bana eşlik eden martı ve güvercin sesleri içimi açıyor. Sessizliğin içinden gelen diğer uğultuları ayırt etmeye çalışırken gözlerimi kapatıyorum.
Bir kuş tüyünün balkonuma süzülmesini izliyorum. Başımı aksi yöne çevirdiğimde ise içinde kimlerin yaşadığına dair fikrim olmayan,yabancısı olduğum komşularımın çatısına bir martı konuyor. Sanki benim ona baktığım gibi o da bana bakıyor. Gözlerim net görüyor olsaydı diyebilirdim ki göz göze geldik. Ama bundan emin değilim.
Sakinleşiyorum yavaş yavaş. Ne istediğimi ararkeni, nerede olduğumu fark etmeye başlıyorum. Sırtıma yük ettiğim ne varsa bir bir hafifletiyorum. Balkonumda oturarak kitap okumak. Belki de sadece bu bile sakinleşmem için ihtiyacım olan bir şeydi. Bunun için o kadar hengameye gerek var mıydı? Evet vardı. Baktığım martı benim martım. Sessizlikten gelen o uğultular benim duyduğum uğultular. Bana ait bir gök yüzü var artık. Ve buna değerdi.
Sonucunu bilerek adım atmaktansa, risk almak her daim ileriye götürür. Bir kitap aç ve oku... Sana neleri kazandıracağını bilemezsin. İşte yaşadığımız içinde bulunduğumuz hayatta tam olarak böyle. Kabuğundan çık ve yaşa. Bu hayat, bu günler ve pek çok şey tekarsız. Bir tuşa basıp kayda alamaz, bir tuşa basıp geçenleri izleyemeyiz. Geç olmadan değil, geçmesine izin vermeden yaşamak gerek. Neticede her hayat farklı ise bu olasılıkların göstergesidir. Neden olmasın?
Yorumlar
Yorum Gönder